Söyleşi: Mina Uçarkanat

Kadına yönelik şiddet son bulmuyor. Diğer yandan kamuoyunda şiddetin nasıl durdurulacağı konusu tartışılmaya devam ediliyor. Hiç kuşkusuz bu tartışmaların başını Mayıs 2011’de Avrupa Konseyi tarafından İstanbul’da imzaya açılan ve Mart 2019 itibarıyla 46 devlet ile Avrupa Birliği tarafından imzalanan İstanbul Sözleşmesi çekiyor. Bu haber kaleme alındığında sözleşme henüz feshedilmemişti. İstanbul Sözleşmesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedildi. Karar, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesi gereğince alındı. Bu sıcak gelişme sonrasında alevlenen tartışmaları yeni bir söyleşide ele alacağız. Öncesinde Avukat Hayriye Nur Yılmaz Güngören ile Türk kamuoyunda sıkça tartışılan İstanbul Sözleşmesi’ni konuştuk.

Sözleşmenin 12. maddesinin 5. paragrafında “Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’ gibi kavramların bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir” şeklinde yer alan maddeyi değerlendirirsek; şiddetin ya da cinayetin “namus” kavramı altına sığındırılmasını ve kavram altında uygulanan ceza indirimleri konusunda neler söylersiniz?

Ne yazık ki halk özellikle kadın cinayetleri konusunu bu yönde değerlendiriyor. Şu anda herhangi bir mahkemeye gittiğinizde, bir yargılamayı izlediğinizde aslında bunun topluma lanse edildiği gibi olmadığını açık bir şekilde görebilirsiniz. Sanık mahkeme huzurunda salt bu ifadeyi kullanarak bir savunma geliştirdiğinde, hâkimlerimiz sanığın bu şekildeki savunma ya da beyanları indirim sebebi olarak değerlendirme yönünde bir eğilim gösterilmemektedir. Her somut olay ayrı değerlendirilir. Toplum tarafından bilinen ya da duyulan indirim uygulandığı yönündeki haberler aslında bu ifade ettiğiniz sözde namus adı altında geliştirilen savunmalar gerekçe gösterilerek uygulanmaz. Hâkimin o somut olayda gözettiği başka indirim sebepleri mutlaka söz konusudur, daha doğru bir ifadeyle olması gereken de budur. Dolayısıyla böyle bir algı var ama aslına bakarsanız bu algı gerçeği pek de yansıtmamaktadır. Mahkeme tarafından sanığın eylemi değerlendiriliyor.

Yine sözleşmenin 36. maddesinde cinsel şiddet eylemlerinin cezalandırılmasına yönelik gerekli yasal düzenlemeye ilişkin yorumlar mevcut. Biliyorsunuz cinsel şiddet konusu ülkemizde hala ucu açık tartışmalara gebe. Bize bu konuda neler söylersiniz?

Ceza hukukunda, hukuka uygunluk sebepleri dediğimiz sebepler vardır. Kişinin eyleminden dolayı cezalandırılabilmesi için, her şeyden önce eylemin hukuka aykırı olması lazım bu birinci kuraldır. Kanun bize belli başlı maddeler sıralar bunlardan biri söz konusuysa eylem hukuka uygun hale gelir. Örneğin; rıza konusu da bu maddelerden bir tanesidir.  Yani sanığın ‘mağdurun rızası vardı’ demesi bu eylemi hukuka uygun hale getirmez. Mağdurun bu rızasını hukuka uygun bir şekilde açıklaması gerekir. Birinin zor altında bir eyleme rıza göstermesi hukuka uygunluk oluşturmayacaktır.Mağdurun bu rızasını açıkça ifade etmesi veya vermiş olduğu ifadelerin ve tüm dosya kapsamının hâkimde bu yönde bir kanaat oluşturması gerekir. Ancak bu gibi durumlarda mağdurun rızasının varlığından söz edebiliriz. Eğer mağdur böyle bir ifade kullanmıyor ve sanık bu iddiasını hukuka uygun deliller ile ispat edemiyorsa, mahkeme nezdinde sanığın bu yöndeki beyanları suçtan kurtulmaya yönelik olarak değerlendirilecek ve beyanlarına itibar edilmeyecektir.

55. maddede yer alan mağdurun ifadesini veya şikâyetini geri çekmesi durumu da biraz açabilir misiniz?  

Türk Ceza Kanunu’nda suçlar takibi şikâyete bağlı olan ve takibi şikâyete bağlı olmayan suçlar olarak ayrıma tutulur. Takibi şikâyete bağlı suçların kovuşturulması mağdurun şikâyetçi olması şartına bağlı iken, takibi şikâyete bağlı olmayan suçlar yönünden mağdur şüpheliden şikâyetçi olmasa dahi ilgili soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kamu adına devam olunur. Örneğin, basit yaralama suçunun takibi şikâyete bağlı iken, eşe karşı kasten yaralama suçu (söz konusu yaralama basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde dahi olsa) takibi şikâyete bağlı olmayan bir suç olarak düzenlenmiştir. Şikâyetten vazgeçmeden vazgeçme mümkün değildir. Tarafları aynı olan iki olayın savcılık nezdinde yeniden soruşturma konusu yapılabilmesi için bir önceki iddia olunan eylem dışında şüpheliye ait yeni ve farklı bir davranışın sergilenmiş olması gerekmektedir. Bir başka anlatımla, işlendiği iddia olunan suçun farklı bir zamanda yeniden gündeme gelmiş olması ya da mağdura yönelik başka eylemin gerçekleştirilmiş olması gereklidir. Mağdur, şüphelinin aynı eyleminden dolayı birden fazla başvuru yapamaz.

Son olarak 56. madde ve koruma tedbirleri konusunu anlatmanızı isteyeceğim sizden.  

Tabii. Bu konudaki eksikliğin kanun ve diğer düzenlemelerde yer alan hükümlerden kaynaklanmadığını ve daha çok da uygulamada yaşanan eksikliklerden kaynaklandığını görüyoruz. Örneğin, Aile Mahkemesi tarafından verilen bu kararların, şüpheli tarafından ihlal edilmesi halinde şüpheli hakkında hapis tazyikine karar verilmesi gerektiği açıkça düzenlemelerde yer alsa da, mağdur tarafından gerçekleşen ihlallerin ispat edilebilmesi, mahkemelerin ihlalin belgeler ile desteklenmesi yönündeki durum zaman zaman mağduru zor durumda bırakabilecek tutumların meydana gelmesine neden oluyor.  Mağdurun can güvenliğinin korunması noktasında kolluk güçlerinin yetersiz kaldığı noktaların bulunması ne yazık ki bu yönde çok kötü olaylara şahit olmamıza neden olabiliyor. Dolayısıyla, yalnızca norm düzenlemesi değil, bu konu yönünden birçok unsurun birlikte ele alınması ve tedbir konusunun çok yönlü olduğunu unutmamamız gerekiyor.