Orhan Pamuk’un yaklaşık 15 yıldır üzerinde çalıştığı ve aslında “bir küçük ve alçakgönüllü İstanbul günlük hayat müzesi” olarak tanımladığı, Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi’nin açılışının üzerinden bir yıl geçti.

2012 yılının 28 Nisan’ında ilk ziyaretçilerini ağırlamıştı bu yaşanmışlıklar müzesi. Masumiyet Müzesi kitabı, zengin bir aileden gelen Kemal ile aynı zamanda Kemal’in çok uzaktan yoksul bir akrabası olan Füsun’un aşkını anlatıyor. Kitap, temelinde biraz Yeşilçamvari bir kurguya sahip de olsa gerek tutku ve zaman kavramlarını gerek bekleme kavramını ele alış biçimi itibari ile kendini okuyucu gözünde farklılaştırıp özelleştiren bir kitap. Kitabı benim ve birçok insan için özel kılan asıl nokta ise, romanın iki ana kahramanın ekseninden çıkmayı başarıp, bize 1970′ler İstanbul ve ülkemiz yaşantısı hakkında önemli ipuçları vererek, o zamanların Türkiye’sindeki evlilik, arkadaşlık, tutku, aile, mutluluk, cinsellik ve kadın olgularına dair çarpıcı sosyolojik saptamalarda bulunması aslında.

Zengin bir aileden gelen kahramanımız Kemal, aslında iyi eğitimli ve yine hali vakti yerinde bir aileden gelen Sibel ile nişanlı. Kader mi dersiniz, o size kalmış ancak Kemal Sibel’e hediye almak için bir butiğe girdiğinde, yıllardır görmediği Füsun’a rastlıyor ve burada asıl hikâye başlıyor. Çok mutlu bir iki ay geçiren kahramanlarımız, Kemal’in nişanı ile birlikte gerçek dünyanın acı gerçekleri ile yüzleşiyorlar ve kopuyorlar. Kemal, bu durum karşısında gün geçtikçe eriyor, o meşhur 8 yıllık süreç böylece başlıyor. Kemal’in Füsun’ların sofrasına neredeyse her akşam konuk olduğu ve Füsun’un kocasının, annesinin, babasının göz yumduğu o 8 yıl. Kemal ve Füsun’un hikayesi bir kavuşamama, uzun süreli bir bekleyiş hikayesi aslında.

Kitabın adı da yeterince ironik, mesela ben kitapta kimseyle uzun süreli bir empati kuramamıştım çünkü hiçbir kahraman masum değil aslında. Hepsi bir görmezden gelme, idare etme halinde. Kemal’in bile, bazen aşırı bencil bir erkek olduğunu düşünmüşümdür. Tam da bu yüzden, kitap benim için bir aşk romanından öte -aynı Kürk Mantolu Madonna gibi- tutku, sabır, zaaf gibi olgular ile o günlerdeki ülke gerçeklerini harmanlayan bir anlatıma sahip: bir “insan olma hali” romanı.

O 8 yıllık, yani bir başka deyişle, 1593 günlük kitabın adı ile çelişen bekleme süresince, Kemal Füsun’ların evinden birçok eşya çalmaya başlıyor ve bunları bir koleksiyon haline getiriyor.

İşte tam bu noktada da kitap bizi bu objelerden oluşan bir müze hayaline yönlendiriyor. Masumiyet Müzesi konsepti ile ilgili en çok sevdiğim şey zaten kitabın ve müzenin Orhan Pamuk tarafından en başından beri birlikte kurgulanmış olması. Orhan Pamuk’un 15 yıllık titiz çalışmasının ve her şeyden öte üstün hayal gücünün ürünü, hatta sergilenen vitrinlerin konseptini bile kendi elleri ile çizdiği bu müze; Kemal’in Füsun’a olan aşkını kitabın 83 bölümünün her birine adanmış, insanı son derece yakalayan eşya bütünlerinin sergilendiği ruhani bir yer.

Müzeye ulaşmak için, Şişhane’den Taksim yönüne doğru yürüyüp, Kumbaracı Yokuşu’nun sokağını geçtiğiniz anda Masumiyet Müzesi tabelaları ile karşılaşacaksınız.

HABER: Zehra Nur ÖZTÜRK